- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
- Cilt: 12 Sayı: 1
- Osmanlı Devleti`nin Dış Siyasetinde Haccın Etkisi (1566-1595)
Osmanlı Devleti`nin Dış Siyasetinde Haccın Etkisi (1566-1595)
Authors : Nilüfer Ateş
Pages : 210-233
Doi:10.51702/esoguifd.1569543
View : 69 | Download : 66
Publication Date : 2025-03-15
Article Type : Research Paper
Abstract :Hilafetin Memlükler’den Osmanlılara intikalini sağlayan Mısır’ın fethine (1517) bağlı olarak gelişen hadiselerden biri, Haremeyn’in Osmanlı topraklarına dâhil olmasıdır. Hac mekânlarını barındıran Hicaz’ın Osmanlı ülkesinde yer alması, onu dünya Müslümanları nezdinde ayrıcalıklı bir konuma yükseltmiştir. Haccın uluslararası mahiyeti sebebiyle çok çeşitli ülkelerden Müslümanlar Osmanlı ülkesine gelmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak Osmanlı yönetiminin, hacıların meseleleri üzerinden onların devletleri ile temas halinde olması gerekmiştir. XVI. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı dış siyasetinde din faktörünün etkisini, açık bir şekilde hac organizasyonu üzerinden gözlemlemek mümkündür. Dış siyaset gündeminde yer alan ana konulardan birini, hac ibadeti ve hacılarla ilgili konular teşkil etmiştir. Bu makalede Osmanlı Devleti’nin hac ibadeti ve bilhassa hüccâcın güvenliği gerekçesiyle dost ve düşman devletlerle ne tür temaslar kurduğu ve bu temasların Osmanlı dış siyasetindeki yeri, arşiv belgeleri ışığında ele alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin Haremeyn yönetimi ve haccı organize etmesi, dört asır boyunca devam etmiştir. Uzun bir süre olması sebebiyle burada konu, XVI. yüzyılın ikinci yarısından bir kesit olan Sultan II. Selim ve Sultan III. Murad dönemleri ile sınırlandırılmıştır. Söz konusu dönemlerde hacıların yol güvenliği meselesi, halifelik misyonu sebebiyle Osmanlı Devleti’ni en çok uğraştıran konu olmuştur. Haremeyn’e ulaşım konusunda uluslararası düzeyde sorun yaşayan yabancı ülke Müslümanları, Osmanlı resmî makamlarına müracaat ederek yardım taleplerini dile getirmekteydi. Yaşanan olumsuzluklar karşısında Osmanlı padişahından halife sıfatıyla tavır alması ve irade göstermesi beklenmekteydi. Nitekim XVI. yüzyıl başlarında kurulan Şiî ideolojiye sahip Safevîler Devleti, coğrafî olarak Asya’daki Türk Hanlıkları ile Osmanlı Devleti arasında yer almaktaydı. Sınır komşuları olan bu devletlerle askerî ve siyasî mücadele halinde olan Safevîler, Türkistan’dan hacca gideceklere engel çıkararak kendi sınırlarından geçmelerine izin vermemekteydi. Türkistanlı hacılar, alternatif güzergâh olarak Hazar-Astarhan-Kırım-Karadeniz-İstanbul hattına yönelerek uzun bir yolculuk neticesinde hilafet merkezine gelmekte ve buradan yine Anadolu içlerinden geçerek Şam hareket noktasına vâsıl olmakta, oradan da Haremeyn’e gidebilmekteydi. Ancak asrın ortalarında Rusların Kafkaslar ve Asya içlerine doğru nüfuz alanlarını genişletmeleri nedeniyle Türkistan hacılarına bu yol da kapanmıştı. Bunun üzerine Türkistanlı hacılar, Dersaâdet’e geldiklerinde devlet ileri gelenleri ile görüşerek onlara yaşadıkları yol sorununu ve yardım taleplerini iletmişlerdir. Böylece Osmanlı Devleti, hem Safevîlere hem de Ruslara karşı askerî ve siyasî üstünlük sağlayacak bir hamle olarak Astarhan seferi ile Don-Volga kanal projesini gündeme getirmiştir. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin Akdeniz üzerindeki varlığını hazmedemeyen ve gemi seyahatlerini engelleyip tüccar ve hacıları esir alan deniz korsanları ile mücadele edilmiş; bu doğrultuda Sultan I. Süleyman döneminde yapılan fetihlerin yanı sıra Sultan II. Selim zamanında Sakız ve Kıbrıs adaları fethedilmiştir. Osmanlı gücünü yanlarında görmek isteyen Hint sahillerindeki Müslüman sultanlıklar da Osmanlı Devleti’nden yardım istemiştir. Osmanlı donanması, Hint sahillerinde Portekizlilerle karşı karşıya gelmiş olmakla birlikte deniz aşırı coğrafyalarda kısmî bir etkinlik gösterebilmiştir. Bu kapsamda Osmanlı donanmasının Akdeniz üzerinden Kızıldeniz’e, oradan da Hint Okyanusu’na ulaşmasını sağlamak ve mezkûr denizlerde daha güçlü bir varlık ortaya koymak amacıyla Süveyş’ten kanal açılması düşünülmüş; ancak bu fikir, proje düzeyinde kalmış, uygulamaya geçilmemiştir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen tüm bu hadiseler, şunu göstermektedir ki; Osmanlı Devleti, sadece kendi sınırlarına yakın coğrafyalardaki Müslümanların değil çok uzakta bulunan Müslümanların da yardım ümidi olarak görülmüştür. Sünnî İslâm dünyasının halifesi sıfatını taşıyan Osmanlı padişahlarından beklenen şey, ister sınırları dâhilinde olsun ister dışında olsun Müslümanların hukukunu korumaktı. Osmanlı Devleti, başka Müslüman ülkelerin devlet yöneticilerinin hac ziyaretleri sebebiyle gerekli tedbirleri almayı önemsemiştir. Bu bağlamda halifelik imajını uluslararası kamuoyunda ya da Haremeyn bölgesinde sarsacak fiil ve uygulamalara müsamaha göstermemiştir.Keywords : İslam Tarihi, Osmanlı Devleti, 16. Yüzyıl, Hac, Yol Güvenliği, Dış Politika